🌞 Osmanlı Devleti Dönemine Ait Sanat Dalları

OsmanlıDevleti Kurulus Dönemi Beylikten Devlete Osmanlı Süleyman Şah'ın dört oğlu vardı; Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul.Bunlardan ilk ikisi Horasan'a döndü, diğer ikisi ise yanlarında yaklaşık 400 aile ile Erzurum civarına gitti ve Sürmeli Çukur Ovası'na yerleşti, bunlardan bir bölük ise Pasin Ovası'na OsmanlıDevleti’ndeki zekât uygulamasını daha iyi anlayabilmek için ilk dönem yani Hz. Peygamber, Hulefâ-yi Raşidîn ve daha sonraki uygulamaları bilmek gerekir. Bu bakımdan, Osmanlı dönemine geçmeden önce zekâtın mahiyetinden ve ilk uygulamasından biraz bahsetmemiz gerekecektir. Buçalışmada Malatya'nın en eski mezarlıklarından biri olan ve zengin mezar taşı başlıklarıyla dikkat çeken Osmanlı dönemine ait çok sayıda mezarın yer aldığı ve yaklaşık 250 yıllık bir geçmişe sahip olan Sancaktar Mezarlığı ele alınmıştır. Mezarlık oldukça geniş bir alana sahiptir. Sanat tarihi, çeşitli sosyal bilim dalları ile yakından ilişkilidir. Bu bilim dallarından bazıları ve sanat tarihi bilimiyle ilişkileri şunlardır: Tarih: İnsan toplulukları veya toplumlar arasında ortaya çıkan olay, gelişme vb.ni yer ve zaman göstererek neden -sonuç ilişkilerini araştırıp inceleyen bilim dalıdır. Osmanlı Devleti’nde önemli sanat dalları hangileridir? Dokumacılık , Dokuma sanayinin geliştiği Bursa’da; yünlü kumaşların, ipekli dibaların ve her cins kadifenin dokunduğu bilinmektedir. Ahşap işlemeciliği, Osmanlılar Devri’nde daha ziyade geometrik yıldız motiflri ile fidişi ve sedef kaplamalı olarak yapılmıştır. Abdülhamit(1876-1909)’in tiyatroya özel ilgi duyduğu bilinmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanan siyasi gerginlikler ve Türk kadının sahneye çıkmasının Osmanlı toplumunda hoş karşılanmaması gibi yapısal sorunlar çağdaş anlamda bir tiyatronun Türk topraklarında gelişmesine sekte vurmuştur. Buanimasyonda Osmanlı Devleti’nin kültür, sanat ve mimari alanlarındaki faaliyetleri hakkında bilgiler yer almaktadır. Osmanlı'da Kültür ve Sanat - 7. Sınıf - Konu Anlatımı | Vitamin BlCMm. Osmanlı tarihi, üç kıtaya yayılmış ve yüzyıllar boyunca var olmuş bir imparatorluğun büyük coğrafyasında yaşayan farklı inançlara sahip milletlerin kadersel ve yaşamsal birlikteliğidir. Farklılıklarla dolu ve birbirinden bağımsız bunca yaşam eşiğine beşiklik yapmış bir imparatorluğun sanata olan etkilerini “Osmanlı’ da Sanat” başlığı ile bu hafta sizler için yazıyorum. Osmanlı’ da gelişen sanat dalları; mimari, edebiyat, minyatür, musiki, tezhip, çinicilik, hattatlık, cam, seyirlik oyunlar ve tiyatrodur. Zanaat dalları ise; dokuma, halı, cilt, maden ve ahşap işleridir. 16. yüzyıl ile birlikte lale, gül, sümbül, bahar temaları, çiçek desenleri Osmanlı sanatının ana teması olmuştur. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise bu motiflerle birlikte sonsuzluk anlayışının eserler aracılığıyla aktarılmak istenmesidir. Kendinden kendini tekrarlayan dal kıvrımları ve madalyonlar içinde sonsuzluk temasını barındırmaktadır. Osmanlı sanatının en belirgin özelliği, saraya bağlı sanatçılar tarafından tezhipten madene, çiniden seramiğe, kumaştan halıya kadar tüm eserlerde sağlanmış olan desen birliğidir. Osmanlı eserlerinde süsleme motifleri ise çiçekler, rumi kıvrımları, geometrik kompozisyonlar ve çin bulutu motifleridir. Kanuni Sultan Süleyman’ın nakkaş başının “Sazyolu” denilen yeni bir üslup geliştirmesi ile sivri uçlu iri kıvrık yapraklar, kuşlar ve efsanevî yaratıklar sanat eserlerinde görülmeye başlanmıştır. Duraklama sonrası Lale Devri olarak adlandırılan dönemde “Türk Rokokosu” olarak adlandırılan üslup yaygınlaşmıştır. Avrupa etkisinde kalınarak Türk üslûbuna uyarlanan barok, rokoko gibi Avrupa mimari sanatının etkilerinin Osmanlı’da izlerine rastlanmasına sebep olmuştur. İstanbul’daki Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız sarayları bu tarz yetiştirdiği en ünlü mimar sanatçılar ise Mimar Sinan, Mehmet Ağa, Mimar Davut, Dalgıç Ahmet Ağa’dır. En çok gelişen, yapı sanatı olmuştur. Camiler, saraylar, sebiller, çeşmeler dönemin en güzel örnekleri arasında yer alır. Çiçek motifleri, renk tonlamaları, meyve dolu tabaklar, manzara resimleri, Sanatçı Levnî’nin eserlerinde gördüğümüz eğlence ve yaşam biçimini yansıtan sahneler dönemin sevilen temalarıdır. Avrupa yaşamına ilginin artması ile Avrupa sanatının etkileri artmaya başlamıştır. Osmanlı sanatında yine bu dönem itibari ile istiridye kabukları, bereket boynuzları mimariden küçük sanatlara kadar tüm sanat dallarında yer almaya başlamıştır. Matrakçı Nasuh ve Nakkaş Osman, dönemin en önemli nakkaşlarından yani minyatür sanatçılarındandır. Hat sanatında ise Şeyh Hamdullah, Ahmet Karahisarî ve Hafız ise dönemin hattat sanatçılarıdır. Yazıma son vermeden önce belirtmek isterim ki, Osmanlı sanatında İslâm sanatının Tevhid düşüncesi etkendir. Yaratıcının varlığı yani tekliği ilkesi dönemin sanat anlayışını en belirleyici unsurlar arasında yer alır. O çağda çöküntü halindeki Bizans sanatının yanı sıra İran sanatından da etkilenen Osmanlı sanatı, kendine has bir üslup oluşturarak sanat tarihinde kendi özgünlüğünü korumayı başarmıştır. Yazan Tülay Çağlar Kadı Opera ope'ra, İtalyancadır; tam anlamıyla İtalyanca opera in musica müzikli yapıtlar deyiminin kısaltılmışıdır. 2011 TDK Türkçe Sözlükte ise “Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri “ olarak kayda kökeni aslen dinsel oyunlardır. Pasyon gibi. Opera madrigallere dayanır. Madrigaller genelde anlamlarıyaş düğün, şenlik, kültürel etkinlik demektir. Madrigal adı Rönesans ve ikinci yarısının membası her köklü sanat dalı gibi, özünü tarihi kaynaklardan alır. Kimi kaynak ve araştırmacılar operanın kökünü Antik Yunan’a kadar yani tragedyalara kadar götürür. Tragedyalardaki koroları ilkel bir opera parçası sayarsak bu bakış yerindedir. Diğer yandan İtalya’ya uzandığımız karşımıza intermedia’lar ortaya çıkmaktadır. 14. ve 15. asırda alışagelmiş tiyatrolardan farklı olarak araya konan müziklere verilen bu isim, yine operanın ana rahmindeki halinin bir kadar Batı müziğinin sisteminde toplu şarkı okuma kuralı hâkimdi. Bu toplu şarkı söyleme yani koro alışkanlığı dönemin sosyal yapısı ile doğrudan doğruya alakalıdır. 16. yüzyılda krallıkla yönetilen ve hiçbir şekilde bireyci bir yaklaşımı, hatta bireyselliğin izleri dahi bireyci sosyal yapısı bulunmayan Avrupa’nın bütün sanat dalları da bu şekilde yontulmuş, haklı olarak bu müziğe de yansımıştır. Korodan kopuş ise 17. yüzyılda başlamıştır. 17. yüzyılda krallıklar zayıflamış en önemlisi Fransız devrimi gerçekleşmiş ve toplum zihniyeti birey zihniyetine eğrilmeye başlamıştır. Müziğe de etkisi olan bu sosyal yapıyla beraber koroya ufak solo parçaları eklenmeye başlamıştır. Sadece müzikte değil tüm sanatlarda münferit yapılar görülmeye başlanmıştır. Elbette bunlar birer yeniliktir ama kökeni eskiye antik çağa bağlı tüm Rönesans sanatlarında olduğu gibi bir yeniliktir. Bu bakımda, varlığını geçmişe borçlu bu münferit müzik ağacı dallarını operaya sarkıtmakta gecikmemiştir. Rönesans’a kadar sadece kilise müziği olarak kullanılan opera, Rönesans’ın ferah ortamlarında tiyatro sahnelerinde soluk buldu. İşte bu gelişmelerle beraber şiire eşlik eden vokal müzik iki yönlü olarak ortaya çıktı1. Oratoryom Bir dönem sadece kiliseye hizmet veren ve dini konularda eserler icra eden korolar Rönesans ile alan bulduklarında kiliseler için bir müzik boşluğu oluşmuştur. Bu bakımdan için kiliselerde dini konulardaki operalara Oratoryom denmiştir. Daha sonra ise sadece dinsel konularda sınırlı olmasına rağmen, dünyevi konulara yönelmiş ve müzikli trajedi literatürünün temelini Opera Ladinî yani din dışı konuları işleyen koro türü olarak ayrılmıştır. Bugün hala aynı işlevde şehrinin operanın gelişimindeki etkisi göz ardı edilemez. Kökleri çok uzağa gitse de aslında bugünkü operanın şekillenmesi gayet yenidir. Floransa’da opera bu yana var ola opera, Orta Avrupa’ya girdi. Orta Avrupa’ya da besteci Heinrich Schütz aracıyla girdi. ise besteci Cristoph Willibald Gluck tarafından ikinci bir reforma kavuşturularak son halini bugünkü opera 18. yüzyılda şekillendi. Dolayısıyla Osmanlı dönemine de 15. yüzyılda girmesi beklenemezdi; nitekim öyle de Garip DüğünKaynaklar özellikle de yabancı kaynaklar 14 Haziran 1582 yılını bir “garip” anar. Bunun nedeni ise Osmanlı toplum yapısına uygun olmayan bir şenlik, bir sünnet düğünü…Bu tarihlerde III. Murad hakimdi. III. Murad İstanbul At Meydanında yanında saray büyükleri ve elbette şehzadeleri ile bir sünnet düğünü düzenledi. Sünnet düğününü özel kılan “avam” arasında yapılmasından ziyade sergilenen Ballet Pantomime’dir. Bu oyun Osmanlı kültür yapısına tamamen ters ve buram buram Batı kokan bir oyundu nitekim Hammer tarihinde de aynı şaşkınlıkla geçer bu silsilesine eklenen bir diğer durum ise rahmetli Sadr-ı Azam Sokullu Mehmed Paşa’nın dul eşi ve aynı zamanda III. Murad’ın kız kardeşi olan Esma Sultan’ın Pandomimi. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, 17. yüzyılda IV. Mehmed'in küçük şehzadelerinin sünnet ettirilmesi, Hatice Sultan'ın ikinci vezir Mustafa Paşa ile evlendirilmesi sebebiyle Edirne'de düzenlenen eğlencede, Venedik'ten çalgıcılar, dekor ve diğer temsil aletleri ile birlikte bir opera grubunda getirtilip yer almasını istemiştir. Ancak zaman darlığı nedeniyle gerçekleşmemiştir… Her iki düğünde III. Murad dönemi için sergilenen oyunda rol alan Sokullu’nun 900 Hıristiyan kölesidir. Hıristiyan kölelerin Osmanlı ülkesine özelikle saraya çocuk yaşta getirilmediği düşünülürse bu köleler kendi kültürlerine ait olan bu mitolojik oyunları başarı ile sergilemişlerdir. Velhasıl kelam Osmanlı ülkesinde on altında asırda garip düğünler yapılmakta yani Batı tiyatrosu tanınmaktaydı. Üstelik kaynaklarda geçen bir diğer bilgi de halkın bu gösterilerden oldukça hoşnut OperaSefaretnameler tarihin dışarıdaki gözleri ve tanıklarıdır. Özellikle bir imparatorluk haline gelmiş olan Osmanlı’da seferler ve onların tuttukları sefaretnameler oldukça önem taşımaktaydı. Osmanlı Devleti’nin duraksama ve çöküş döneminde özelikle Avrupalaşma sürecinde zaten önemli olan bu makamlar ve eserleri daha da önem kazanmışladır. Bizde sefaretnamelere bakarak Osmanlı dönemi kültür anlayışını çıkarmaya gayret edeceğiz. Nitekim Osmanlı da opera ile sefaretnameler ile dönemi opera hakkında ilk ve en önemli kaynak Sultan III. Ahmed' zamanından kalmadır. III. Ahmed Fransız Kralı 15. Luis'e elçi olarak Yermi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi'yi göndermiştir. Sefirimiz, Fransız saray ortamını anlatan Paris Sefaretnamesinde, opera hakkında bilgi vererek opera tarihimize kaynak olmuştur. Bu sefaretname, İbrahim Müteferrika matbaasında 1737 yılında kitap halinde Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin ardından I. Mahmud Tugrakeş ve Nişancı Mustafa Hattî seferleri önemlidir. Bu Sefirler 1748 yılında Avusturya’ya elçi olarak gönderilmişlerdir. 1680-1760 yılları arasında orada bulunan bu iki Sefir operalar hakkında ayrıntı bilgilerle Hattî'nin bu seyahatnameden dokuz yıl sonra bir Türk elçi daha Avusturya operasından söz etmiştir. Ahmet Resmi 1757 senesinde III. Mustafa tarafından Avusturya'ya gönderilmiştir. Giritli Ahmet Resmi bu görevi sırasında yazdığı Sefaretname'de Bec şehri hakkında bilgi verirken iki yerde tiyatro ve operadan söz eder. Ahmet Resmi’ bundan sonra yine III. Mustafa tarafından Prusya Kralı Frederik'e 1777 yılında elçi olarak gönderildi. Ahmet Resmi Berlin'e gidip gelişini Sefaretnamesinde anlatırken opera sanatına da ayrıntılı olarak yer verir. 19. yüzyılın başında III. Selim'in Petersburg'a elçi olarak gönderdiği Rasih Efendi de Rus operasını yazdığı Sefaretnamelerde anlatılır. III. Selim'in ülke dışına gönderdiği elçiler, sefaretnamelerinde opera hakkında bilgi vermeye çalışırken padişah, İstanbul'a gelen opera topluluğunun temsillerini seyretmiş Kültür Yığını ile III. SelimIII. Selim dönemi ile birlikte yani sonlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasal ve kültürel alanlarda uygulanan batılılaşma politikalarından müzik sanatı da etkilenerek sosyal yaşamda önemli değişikliklere neden olmuştur. Besteci, şair ve sanata olan yatkınlığı ile bilinen III. Selim; resim, heykel, mimari alanlarında büyük radikal değişikliklere öncülük etmiştir. Yeniçeri ordusunun yanında, Batı normlarına uygun Fransız subaylar tarafından yetiştirilen askerî birlik sır kâtibinin gün gününe tuttuğu ruzname adı verilen defterde, III. Selim’in günlük yaşamı ayrıntılar ile yazılmıştır. Ruznamelerde bir cambazın saraya geldiğinden bahsedilir. Aynı eserlerde ise 1797 yıllarında yani sonlarında Saraya gelen bir opera topluluğundan söz edilir. III. Selim olayları bu kadarla da sınırlı değildir. Müziğe oldukça meyyal olan Sultan devrinde ilk Türkçe opera parçası "Hikaye-i İbrahim be-İbrahim-i Gülşeni" ismiyle ile yazılmıştır. Bir diğer önemli bilgi ise aynı dönemlerde G. Donizetti'nin Belisario operasını Türkçe neşretmesi ve İbrahim Müteferrika matbaasında kitap halinde devleti Batı müziği ile Kanuni döneminde tanıştı ama pek zevcesinin düzenlediği düğünde sergilenen ve halka kadar inen operacıklar ve Batı oyunları ilk operalar sefaretnamelerin önemli bir bölümünde tam olarak tanınması, III. Selim döneminde Selim döneminden sonra II. Mahmud dönemi başlar ve bu dönemde de yabancı tiyatrolar ile sanatta Batılılaşma tamamlanmış olur. Aşağıda Osmanlı Devletinde görülen önemli sanat dalları hangileridir kısaca olarak ele alacağız. Osmanlı Devleti’nde sanat oldukça gelişmişti. Özellikle son yüzyıllarda sanat anlayışının gelişmesinde modern denebilecek yöntemlerin de kullanılmaya başlanması sanatın daha da gelişmesini sağlamıştır. Klasik dönem Osmanlı sanatı günümüzde de etkilerini sürdüren estetik unsur ve kaygılara sahiptir. Sanat değer, tutum ve davranışların estetik kaygılar taşınarak ortaya konmasında kullanılan bütün araç ve gereçlerin kullanılmasıyla gerçekleştirilmektedir. Osmanlı Devleti bu yönüyle son derece sanata değer veren bir devlet olmuştur. Osmanlı Devleti’nde görülen önemli sanat dalları şu şekildedir *Hat sanatı *Minyatür sanatı *Ebru sanatı *Cilt sanatı *Keramik sanatı *Çinicilik sanatı *Tezhip sanatı *Müzik *Tyatro *Cam sanatı Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemine girmesiyle sosyal ve ekonomik yapıda çeşitli değişimler yaşanırken bu süreç “Batılılaşma” adı altında ülkenin sanatındaki yansımalarıyla da kendini göstermiştir. Bu dönemde 1683’te Viyana bozgunu ve 1699 Karlofça Anlaşması ile Osmanlı Devleti, toprak yitirmiş ve Fransa’ya yakınlaşmıştır. III. Ahmet Döneminde Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi, Fransa’ya ilk kez büyükelçi olarak gönderilmişti. Bütün bunlara paralel biçimde mimaride yeni yapı biçimlerinin yanı sıra süslemede de yabancı etkilerin belirginleştiği görülmektedir. 1. Lale Devri 1718-1730 Bir çeşit sosyal ve entelektüel yenileşme hareketi özellikleri gösteren Lâle Devri’nin başlamasıyla Fatih Sultan Mehmet’ten beri Osmanlılar Avrupa kültürüne ilk kez ilgi duymaya başlamışlardır. III. Ahmet’in saltanatına rastlayan Lâle Devri, dinî yapılardan çok sivil yapılarıyla dikkati çeker. Lâle Devri’nden başlayarak Osmanlı mimarisi, İstanbul’a gelen yabancı ressamların yaptıkları gravürlerinde görüldüğü gibi büyük bir sivil mimari geleneği yaratmışlardır. Haliç’teki Aynalıkavak Kasrı, 18. yüzyıl sivil mimarisinin III. Selim zamanının tek örneği sayılmaktadır. Lâle Devri’nde III. Ahmet ve Vezir Damat İbrahim Paşa yönetiminde Osmanlı sanatı kökten değişimlere uğramıştır. Bu değişimlerin öncülüğünü Paris’e Türk elçisi olarak giden ve İstanbul’a yazdığı mektuplarında saray yaşamında sanatın ve mimarlığın yerini ve bahçe tasarımının Fransız Sarayı çevresi için öneminin altını çizen Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’dir. İstanbul’a döndüğünde yanında Rokoko çizimler, Fransız sanatını ve mimarisini gösteren gravürler getirmiş ve bilgi akışı bundan sonra kesilmiştir. Haliç Kağıthane’de yapılan kanallar, havuzlar etrafında etkileyici konut alanları planlanmıştır. Kısa bir sürede güzel bahçeler içinde Boğaz ve Haliç kıyılarında yüzlerce yalı inşa edilmiş, çiçek tutkusu ve lâleye gösterilen özel ilgi, sonra da bu döneme adını vermiştir. Kısa süren bu dönemin en belirgin izlerini taşıyan eser, III. Ahmet Çeşmesi’dir. Lâle Devri, bütün o güzel eserleri ortadan kaldıran kanlı Patrona Halil İsyanı ile son bulmuştur. Nevşehirli İbrahim Paşa Külliyesi, Topkapı Sarayı, III. Ahmet Yemiş Odası Resim III. Ahmet Çeşmesi ve Kitaplığı, Sadâbad Köşkü ve kasırlar Lâle Devri’nin önemli eserleri arasındadır. Resim. İstanbul III. Ahmet Yemiş Odası 2. Türk Barok ve Rokoko Devri 1730-1808 Bu dönemde klasik Osman lı yapı sanatının mimari ve süsleme ögeleri, yerlerini Avrupa mimarisinin Barok ve Rokoko sanatının ögelerine bırakmaya başlamıştır. Geleneksel süsleme anlayışı değişerek yapıların içinde ve dışında Barok ve Rokoko motifler kullanılmıştır. Akantus yapraklarıyla başlayıp deniz tarakları, stilize edilmiş bitkisel ögeler, yeni silmeler gibi bezeme ögeleri çeşmeleri, ahşap tavanları ve kapıları kaplamıştır. İstanbul Nuruosmaniye Camisi 1748-1755 Büyük Selâtin camilerinin son halkası olan Nuruosmaniye Camisi, 18. yüzyılda Osmanlı mimarisine damgasını vuran Barok sanatının en dikkat çeken örneğidir. İnşasına I. Mahmut tarafından başlanıp III. Osman döneminde tamamlanan eserin mimarı, Simon Kalfa’dır. Resim 79 Resim. İstanbul Nuruosmaniye Camisi Osmanlı mimarlığının ve Barok sanatının en önemli anıtlarından olan Nuruosmaniye Camisi, mimari tarihinde evrensel yeri olan bir Osmanlı yapısıdır. 3. Türk Ampir Üslubu 1808-1860 19. yüzyılda Osmanlı mimarlığı Fransa’daki gelişmelere ayak uydurmaya çalışmış ve Ampir üslup, II. Mahmut Dönemini etkilemiştir. Bu dönemi yansıtan eserlerde son cemaat yeri kaldırılmış, hünkâr dairelerine önem verilmiş, minareler ana yapıdan koparılmıştır. Bu üslup, eski Mısır mobilyalarının süslemelerinden de etkilenmiştir. Türk Ampir üslubunda süsleme çiçek, yaprak ve bitki motiflerinden oluşmaktadır. İstanbul Nusretiye Camisi 1822-1826 II. Mahmut’un Tophane’deki kışlalar arasına yaptırdığı eser, Ampir üslubun başarılı ilk denemesi sayılmaktadır. Mimarı Kirkor Amira Balyan’dır. Resim Resim. İstanbul Nusratiye Camisi Caminin yazıları Mustafa Rakım Efendi ve Şakir Efendi’nindir. Kapının karşısında sebil vardır. Yapının iç süslemesinde çini ve mermer kullanılmıştır. İstanbul Ortaköy Camisi 1854 Mimarı Amira Balyan olan cami, Sultan Abdülmecit zamanında Ampir üslup tarzında yenilenmiştir. Resim Resim. İstanbul Ortaköy Camisi Bütün selâtin camilerindeki gibi harim ve hünkâr bölümlerinden oluşur. Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Tek kubbeli, yivli gövdelidir. Kubbeyi taşıyan kemerlerde yuvarlak pencereler bulunmaktadır. Geniş ve yüksek pencereler, Boğaz’ın gün içindeki değişken ışıklarını caminin içine taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu dönemin önemli eserleri arasında Dolmabahçe Camisi, II. Mehmet Türbesi, Esat Efendi Kütüphanesi ve Alay Köşkü bulunmaktadır. 4. Seçmeci Eklektik Devir 1860-1900 Bu dönemde Türk mimarisi, Avrupa’da doğup gelişen bütün sanat akımlarına açıktır. Yapılarda belirgin bir plan tipine rastlanmaz. Klasik dönem ile 19. yüzyıl sürecinde ortaya çıkmış ne kadar akım ve üslup varsa Osmanlı sanatı etkilenmiştir. İstanbul Aksaray Valide Camisi 1871 Sultan II. Mahmut’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır. Eserin mimarları Sarkis ve Agop Balyan’dır. Merkezî kubbesi onaltıgen kubbe kasnağına oturtulmuştur. Tek kubbeli caminin kuzeyinde hünkâr mahfili yer almaktadır. Tasarımıyla klasik Osmanlı camilerinden oldukça farklı bir mimariye sahip yapının iki tek şerefeli minareleri ana yapıdan ayrı tutulmuştur. Seçmeci Eklektik Dönemi yansıtan eserler arasında Konya Aziziye Camisi Resim İstanbul Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları bulunmaktadır. Resim. Konya Aziziye Camisi 5. Neoklasik Dönem 1900-1930 Osmanlı ülkesinde 1900’den sonra giderek güçlenip yaygınlaşan ulusçuluk düşüncesinin Batıya tepki olarak gelişmesi sonucu Avrupa’dan uzaklaşmaya yol açmıştır. Böylece mimaride klasik Osmanlı ve Türk mimarisinin ögelerine dönüş başlamıştır. Batılı sanat akımlarına karşı bir tepki olarak doğan Neoklasik Dönem mimaride geleneksel süsleme elemanlarına, eski eserlere ve özelliklerine dönerek geleneksel çizginin egemen olduğu yeni bir üslup oluşturmuşlar ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da eser vermeyi sürdürmüşlerdir. 1908 yılından sonra yabancı etkisinden kurtulmayı amaçlayan bu hareketin öncülerinden olan Mimar Kemalettin 1870-1927, Mimar Vedat 1873-1942 ve Mimar Muzaffer 1881-1921 gibi sanatçılar eski Osmanlı klasik mimarisinin özlemine dayanan, sade mimarlık ögelerinin birinci planda olduğu, süsten arıtılmış yapılar inşa etmeye başlarlar. Yani klasikçilik olarak adlandırılan bu yeni girişim, büyük bir ilgi ile karşılanır. Mimar Kemalettin, İstanbul’da “VI. Vakıfhanı, Bakırköy ve Bebek Camilerini, Ankara’da Gazi Terbiye Enstitüsü binasını, Vakıf Apartmanlarını inşa eder. Mimar Vedat ise İstanbul Sirkeci’de Adliye Binası ve Yeni Postane’yi Resim Ankara’da Ankara Palas Oteli’ni ve eski Büyük Millet Meclisi binalarını yapar. Resim. İstanbul Yeni Postane, Mimar

osmanlı devleti dönemine ait sanat dalları